En baştan söyleyeyim. Dünyanın herhangi bir yerinde savaştan kaçırdığı çocuklarıyla dilini, dinini bilmediği bir ülkenin kapısına dayananları o ülke kapılarını açacak, buyur edecek. Etmeli.

İnsanlık, adamlık, vicdan bunu bilir, bunu söyler.

Yıllar önce rahmetli Özal, dün Sayın Erdoğan, bugün Polonya...

Savaşın hiçbir yerinde olmayan masumlar göz göre göre bombaların ve kurşunların hedefi haline gelmemeli, getirilmemeli.

Öğrenmek için...:

Dün sokaklarda, parklarda, ışıklarda karşımıza çıkan gencecik kızları kadınları içimiz burkularak seyreder, kimimiz cebindeki bozuklukla, kimimiz savaşı lanetleyerek yanlarında olduğumuzu gösterirdik.

Kucağında çocukla buz gibi havada dilenen bu insanlar geri dönüşün mümkün olmayacağını anladıklarında bir kısmı evlendi, bir kısmı ev tuttu, bizimkilerin yarısı, hatta üçte biri fiyata çalışmaya başladı.

İşçi, bekçi, çiftçi oldular.

Fırıncı, marangoz, berber oldular. Düzgün Türkçe konuşuyor, şaka yapıyor, türkü dinliyorlar.

Camilerde yan yana oturuyoruz.

Çadırkentlerden izinle çıkabilirlerken bugün boydan elbiselerle marketlerde bizimle sıraya giriyor, pazarlarda alışveriş yapıyorlar.

Tek tek değil, ikişer üçer yürüyor, parklarda okulu kırmış aşıkları gülümseyerek seyrediyorlar.

Mendil satan çocuklar, tespih satan babalar, temizliğe giden anneler kadar, kuyumcu, market, kuaför, şoför oldu aramıza karıştılar. Sosyolojik gerçeklik... Kaçınılmaz süreç; eyvallah... Ancak yarın... Yarın ne olacak? Nereye varacak? Entegre olup kaynaşacak mıyız, kutuplaşıp yarışacak mıyız?

Muhtaçlara el uzatmalı, aç açıkta koymamalı.

Lakin devlet bu kadarla yetinmez. Yetinmemeli. Yarın, öbür gün, daha sonraki gün, günler hatta yıllar sonrasını tahmin eder, tedbir alır, kurallar koyar/koymalı.

Durumun ilerisi için tehlike arz ettiğini söyleyenler var.

İhtiyatla karşılamama rağmen “acaba” diyorum içimden.

İpin ucu kaçmamalı. Ok yaydan çıkmamalı.

Dünya rahat durmuyor. Durmayacağa benziyor. Salgınlar, savaşlar, açlık, yokluk...

Çok bot batacak daha.

Ülkelerinde kalsalar öleceğini düşünenler, gidecekleri yerlerde ölüm makinelerine dönüşürler mi? Dönüşürlerse ne yaparız?

Acının, sancının, gözyaşının dili, dini rengi olmadığı gibi, suçun da öyle... Kim yaparsa yapsın, nerede yapılırsa yapılsın, suç suçtur ve ceza gerektirir.

Bilim, akıl ve yasalar, projeksiyonlarla kafalara takılan sorulara hazırlıklı olmalı.