Pazarın en sonunda, pazarcılardan uzakta, yalnız başına yaşlı bir amca, ters kasaların üstüne dizdiği sebze meyvelere müşteri bekliyordu.

İyice yanaştım, sebze meyvelere baktım, çürük çarık hepsi. Para verip alınmazdı. Amcanın duruşu pazarcılara benzemese de önündeki serginin başka amacı olamazdı. Ne diye bu soğukta beklesin ki?

Topunu satsa yevmiyesi çıkmazdı.

Bir amcaya bir sebzelere alaycı bir bakış attıktan sonra çekip gittim.

Sonraki hafta aynı yerde, aynı çürük çarık sebze ve meyvelerle yine aynı amca… Tuhafıma gitti. Çiseleyen yağmura rağmen sergi açmış, kapüşonlu parkasıyla ayakta öylece bekliyordu. Boynuna da el örgüsü bir atkı dolamıştı. İrice burunlu, saçı sakalı birbirine girmiş bu amcanın aklından zoru olmalı dedim içimden. Dedim ve yürüdüm.

İlgilenmedim bu sefer. O da pek ilgili değildi zaten. Biliyor olmalıydı müşteri olmadığımı.

Üçüncü hafta aynı yerde, aynı kılıkla, aynı sergiyle karşılaşınca dayanamadım, sordum.

“Kaça bunlar amca?”

Üzerinde fiyatı yazılı olmayan portakalları mıncıkladım.

Her biri ayrı boyda, lekeli portakallar...

“7 lira,” dedi.

En iyi portakallar 5 liraydı.

Tam gidecektim ki ani bir hareketle yanına vardım, “Alan var mı bunları? İki haftadır burada görüyorum sizi. Hep aynı sebze meyveler…” sözümü bitirmeden, “Gelir misin biraz?” dedi bana.

Son sözü sert ve düzgün bir aksanla çıkmıştı ağzından.

‘Polis mi yoksa?’ dedim içimden.

Sokuldum amcaya. Merakım geçsin istiyordum. İlgili olduğumu, eğer ağzımın payını vermezse daha çok rahatsız edeceğimi düşünmüş olmalı!

“Buyur!”

“Otur yanıma,” dedi, ters çevrilmiş plastik kasayı göstererek.

Usulca, ama merakla oturdum.

O da oturdu. Hep ayaktaydı oysa.

"Hiçbirini satmıyorum. Pazarın kapanış saatine yakın buraya geliyor, yarı fiyata düşmüş çürük çarık ne bulduysa alanlara elinde avucunda ne varsa alıp veriyorum hepsini. Para almadan da veririm de kötü alışsınlar istemiyorum. Anladın mı şimdi.”

“Siz…” dedim durdum.

Kalbimin üstüne kurşun yemiş gibiydim. Utanmak, mahcup olmak az kalırdı. Daha beter olmuştum.

“Ne iş yapıyorsunuz, ayıp olmasın,” dedim.

“Pazarcıyım. Pazarın girişinde tezgâhım var. Bu saatlerde oğlana teslim eder, buraya gelirim. Arkadaşlar tanırlar beni. Bu yüzden ses etmezler.”

Kıyamet kopmayacaksa bu yüzden...