Yazarlar; bir milletin hafızasını, yani geçmişini ve bugününü geleceğe taşıyan nadide insanlardır. Yazdıkları ile dili, tarihi, kültürü, edebiyatı, bilimi, sanatı, inancı, ahlakı, hâsılı hayata dair ne varsa işler ve yaşatırlar. Yazılarında toplumsal yaşam ilkeleri, diğergamlık, sevgi, saygı gibi birçok hasleti de kazandırmaya çalışırlar. Okurken kâh düşündürür, kâh hüzünlendirirler. Kimi zaman güldürür, kimi zaman da sorumluluklarımızı hatırlatırlar.

Edebiyatımızda çok önemli isimler, önemli eserler bıraktı ve gitti! Rahmetli M. Akif İnan’ın şu dizeleri unutulmazlar arasındadır; “Her eylem yeniden diriltir beni, nehirler düşlerim göl kenarında…”

Kimi yazarlar da ilerlemiş yaşına rağmen üretmeye ve yeni eserlerle hayatımıza güzellikler katarak gök kubbede hoş sada bırakmaya devam ediyorlar. Kalemleri güçlü, ömürleri sağlıklı ve uzun olsun. Bu değerlerden biri de; 79 yaşında, 58 tane yayınlanmış ve toplamda 72 eseri olan bir Anadolu insanı; Ahmet Günbay Yıldız.

Birçoğumuz kitaplarını keyifle okuduk ve okumaya devam ediyoruz. Bu güzel insanı çok yakın zamanda, Mobbing Eğitim Yardım Araştırma Derneği (MEYAD) Yönetim Kurulu Üyesi, dil bilimci, 56. kitabı ve akademik alanda yetiştirmeye devam ettiği binlerce öğrenci ile önemli hizmetler yapan kıymetli ağabey, değerli insan, Prof. Dr. Ertuğrul Yaman sayesinde ziyaret etme imkânı bulduk. Hasanoğlan Öğretmen Lisesi’nden kadim dostum, MEYAD Denetleme Kurulu Başkanı, ömrünü bilime ve kamu hizmetlerine adayarak Erzurum başta olmak üzere ülkeye büyük hizmetler vermeye devam eden, Tokat ve Anadolu yöresine ait türküleri de güzel bir sesle söyleyen ve zevkle dinlettiren Prof. Dr. Fazlı Erdoğan’ da ziyaretimize eşlik edenlerdendi.

Ahmet Günbay Yıldız, usta ve etkileyici bir kalem sahibi. Romanlarını yaşanmış olaylardan hareketle ve muhteşem bir akıcılıkla, özenli bir şekilde yazmaktadır. Okumayı sevenler için her bir kitabı muazzam derslerle birlikte keyifle okunmaktadır. Aslında, neredeyse birçok kuşak O’nun kitaplarıyla büyüdü dense yeridir. Dili ve ona ait kaybolmaya yüz tutmuş sözcükleri de özenle kullanması, kültürel açıdan büyük de bir hizmet icra etmektedir.

Ziyaretimizde ruhu ve bedeni dinlendiren yeşillikler içinde bahçeli bir evde, kendi kitaplarını imzalayarak ve adeta “diş kirası” hediyesi olarak bize ikramda bulunma nezaketini gösterdiler. Sohbetinden ve deneyimlerinden bolca faydalanmakla kalmadık, bize takdim ettiği hazine değerindeki kitaplardan faydalanmaya da devam ediyoruz. Birçok eseri olmakla birlikte, bana takdim edilen, “Azat Kuşları, Son Kale, Gurbeti Ben Yaşadım” romanları idi. Fırsat bularak 320 sayfalık “Gurbeti Ben Yaşadım” kitabını 3 günde ve adeta bir çırpıda okudum. Romanda, olaylar örgüsü, tasvirler, toplumsal yaşam, insan, aile, devlet, savaş, acılar, fedakârlıklar gibi olgular akıcı bir üslupla anlatılmaktadır.

Yazar, Osmanlı’nın son yılları ile Cumhuriyetin ilk yılları arasında yaşanmış olaylara dikkat çekmektedir. Köy ve toplumsal yaşamda, devlet otoritesinin hâkim olmaması nedeniyle merhametsiz ve gaddar insanların, kitapta geçen deyime göre arkası olanların arkası olmayanlara yaptığı zulümler ile buna seyirci olan “suya sabuna dokunmayan” insan güruhlarına özel bir dikkat çekmektedir. Bu sorun, acıdır ki çalışma hayatı ve yaşamımızın hemen her alanında da devam eden bir dramdır. İbn-i Haldun, 14. yüzyılda yazdığı Mukaddime’ sinde ısrarla, “Adalet” vurgusunu boşuna yapmamaktadır. Bizler de, devlet ve milletin güçlenmesi sonucu, çalışma hayatındaki verim ve huzur için ısrarla, “adalet, liyakat ve ehliyet” kavramlarının hayata tam olarak geçirilmesi için yazıyor, çiziyor ve canhıraş bir şekilde haykırarak her ortamda anlatmaya çalışıyoruz.

“Gurbeti Ben Yaşadım” romanının sonlarına doğru, 1. Dünya Savaşı, Balkan Savaşı, Kurtuluş Savaşları nedeniyle, devlet ve milletin yaşadığı zorluklar, binlerce askerimizin şehit ve esir düşmesinin acılarına vurgu yapılmaktadır. Erkek nüfus dörtte bir oranına düşmüş, büyük toprak kayıpları yaşanmış ve millet perişan bir duruma düşmüştür.

Yazar, zalim Rus’a esir düşen roman kahramanını, sadece bir örnek olarak tasvir etmektedir. Esirlerin dramı ile birlikte geride bıraktığı eşi, doğumunu bile göremediği çocuğu, esir iken acılarla dolu anne ve babasının vefatını, ahalinin sahiplenmeyişi ile birlikte emanetlerine acılar yaşatmaları, duygulu ve ders niteliğinde anlatılmaktadır. Sadakat, vefa, fedakârlık, ahlak, inanç ve yaşam mücadelesi gibi bizi biz yapan değerlere önemli vurgular yapmaktadır.

Roman, millet ve devletin önemi ile bugünlere ne büyük acılarla geldiğini gözyaşları içerisinde okutmaktadır. Aklıma kahraman şehitlerimiz için söylediğimiz; “yiğitler can verir yurdu yaşatmak için” sözü düştü! Aslında her birimiz bu fedakârlıklara çok şey borçluyuz! Karşılığı tam ödenememekle birlikte ancak, emanetlerine sahip çıkarak, öğrenmek ve gelişmek için daha çok okuyarak, üreterek, çalmayarak ve adil davranarak gelecek nesillere daha güçlü bir toplum ve devlet bırakarak bir nebze de olsa borcumuzu ödemiş olabiliriz diye düşünüyorum.

Bugün, ecdada olan borç ödeniyor ve görev yerine getiriliyor. Fatih Sultan Mehmet ve 86 yıldır Ayasofya’nın mahzun bekleyişine son veren; Danıştay, Cumhurbaşkanımız ve emeği geçen vatan evlatlarına şükranlarımı sunuyorum. Bu günü, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yeniden şahlanışının müjdecisi olarak gördüğümü belirtmek isterim. Birlik ve beraberlik içerisinde nice kutlu müjdelere olsun İnşallah.

Selam ve saygılarımla.

İsmail AKGÜN

Mobbing Eğitim yardım Araştırma Derneği (MEYAD)

Genel Başkan, Eğitimci, Yazar, Bilirkişi

[email protected]