Sevgili dostlar

Şiir malumunuzdur duygu ve düşüncelerin alt alta dizeler şeklinde sıralanmasıdır.

Düz yazı düşünceleri anlamaya bilgi vermeye namzet , manzum da ise tamamen duygular velakin sezişler ifade edilir. Birçok kelimemiz de olduğu gibi şiirde Arapça kökenli bir kelimedir. Sezmek, seziş, ilham anlamlarına gelir. Bir nevi Üstat Cemil Meriç'in dediği gibi duygular şiirin kanatlarında namütenahi yani sonsuz bir musiki ile süzülür ve insan ruhunun en girdaplı noktalarına girer, mahrem bir fısıltı olur.

Bu mahrem fısıltıyı acı adlı şiirinde şöyle ifade eder.

Acı, hassasiyetini kabuklaştırıyor insanın.
Ölmek galiba bu.
Ayrılığa alışmış gibiyim.
Tevekkül, teslimiyet.
Ve heyecanların gün geçtikçe kararan pırıltısı...
...Alışkanlıkların insanı pestile çeviren çarkı.
Artık yanarak değil, tüterek yaşıyorum.
Nemli bir tomar gibi.
Kanatlarım her gün bir parça daha ağırlaşıyor.
Galiba ihtiyarlıyorum...

Aynı zamanda düşünce şiirin emrindedir der, şair.

Necip Fazıl’a göre ise şiir his ve fikirlerden oluşur. Şiirde temel unsur duygu haline gelmiş düşüncedir. Manayı tekvin ederek yeniden oluşturarak neticeye ulaşır Üstada göre şiir şekli aşmalı ona esir olmamalıdır. Şiir aynı zamanda mutlakı yani Allah’ı arama sanatıdır der, Çile adlı şiirinde.

Gaiblerden bir ses geldi: Bu adam,

Gezdirsin boşluğu ense kökünde!

Ve uçtu tepemden birdenbire dam;

Gök devrildi, künde üstüne künde...

Pencereye koştum: Kızıl kıyâmet!

Dediklerin çıktı ihtiyar bacı!

Sonsuzluk, elinde bir mâvi tülbent,

Ok çekti yukardan, üstüme avcı.

Ateşten zehrini tattım bu okun,

Bir anda kül etti can elmasımı.

Sanki burnum, değdi burnuna "yok"un,

Kustum öz ağzımdan kafatasımı.

……….

Sevgili arkadaşlar bir büyük şairimiz Nazım Hikmet’e göre ise şiir; şair, kendi aşk kendi mutluluğu ve acısı ile uğraşmaz onun şiirlerinde halkının nabzı atmalıdır.

Nazım’a göre yaşamdan kaçan ve onunla bağıntısız konuları işleyen kimse saman gibi anlamsızca yanmaya yargılıdır.

DAVET

Dörtnala gelip Uzak Asya'dan

Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan

bu memleket, bizim.

Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak

ve ipek bir halıya benziyen toprak,

bu cehennem, bu cennet bizim.

Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,

yok edin insanın insana kulluğunu,

bu dâvet bizim....

Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür

ve bir orman gibi kardeşçesine,

bu hasret bizim...

Orhan Veli’ye göre ise şiirde takdir edilmesi gereken bir şey varsa onu temin eden şey ne vezindir ne de kafiye. O ahenk ve veznin, kafiyenin dışında vezinle kafiyeye rağmen mevcuttur, der.

Orhan Veli’ye göre kelimenin bir şahsiyeti vardır. Gerçeği olduğu gibi aktaran herhangi bir söz oyununa girmese de kendiliğinden güzel bir hal alır kelime. Tabii ki vezinden de kaçamaz. Vezinsiz yapamadığını ifade eder. Ama veznin amaç değil araç olduğunu ifade eder. İstanbul’u Dinliyorum şiirinde bu durumu ne de güzel ifade etmiş.

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı
Önce hafiften bir rüzgar esiyor;
Yavaş yavaş sallanıyor
Yapraklar, ağaçlarda;
Uzaklarda, çok uzaklarda,
Sucuların hiç durmayan çıngırakları
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Kuşlar geçiyor, derken;
Yükseklerden, sürü sürü, çığlık çığlık.
Ağlar çekiliyor dalyanlarda;
Bir kadının suya değiyor ayakları;
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Serin serin Kapalıçarşı
Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa
Güvercin dolu avlular
Çekiç sesleri geliyor doklardan
Güzelim bahar rüzgarında ter kokuları;
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Başımda eski alemlerin sarhoşluğu
Loş kayıkhanelerıyle bir yalı;
Dinmiş lodosların uğultusu içinde
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.

.

.....

Hayır ve dua ile