Haberin var mı taş duvar
Demir kapı kör pencere
Yastığın ranzan zincirin
Uğruna ölümlere gidip geldiğim
Zulamdaki mahzun resim
Haberin var mı?
Görüşmecim yeşil soğan göndermiş
Karanfil kokuyor cigaram
Dağlarına bahar gelmiş memleketimin..

Ozan Ahmet Arif, baharın geldiğini böyle müjdelemişti mısralarında..

Bahar gelmiş memleketimin dağlarına.. 
Ovalarına..
Bir başka olmuş her şey..
Böyle havalarda durulmuyor evde..
İnsanın içi içine sığmıyor..
Hele yeşili doğayı seviyorsanız..
Yerinizde durmanız mümkün değil..
Öyle yaptık.. 
Eşimle birlikte yola koyulduk..
Şanslıyız çünkü;
Çok yakınız yeşile ormana..
Riva ve çevresi, bizim gibi tabiatı sevenler için bulunmaz nimet..
Otobüs yolculuğu çok keyifli..
Birincisi; aracı siz kullanmıyorsunuz..
İkincisi; görmek istediklerinizi daha rahat gözlemleme fırsatınız oluyor..
Keyifli 1 saat 30 dakikanın ardından Cumhuriyet Köyü’ne geldik..
++++++++++++++++++++
Gidenler bilir..
Bakirliğini koruyan ender yerlerden birisi Cumhuriyet köyü..
Yapılaşma henüz başlamamış..
Yani; bildiğiniz köy..
Sokak köpekleri hemen yanınızda..
Birşeyler bekliyor sizden..
Evler yüksek değil..
Bahçeli..
Küçük alanlarda sebzeler ekilmiş..
Tavuk, horoz ve köpek vazgeçilmezleri olmuş.
İnsanları sıcak kanlı.. 
Sevecen..
Yolda yürürken sizi içeri davet ediyor..
Teşekkür ettik..
‘Bir dahaki sefere’ deyip yürümeyi sürdürdük..

Yeşillikler içinde bir de Huzur Evi var..
Geniş bir alana kurulmuş..
Hemen yanında ise Orta Okul ve lise bulunuyor..
Aslında köyün nüfusunu artıran da burası..
Köydeki Kafeterya’da çaylarımızı yudumladıktan sonra otobüsün kalkış saatini beklemeye başladık..
Okul dağıldı..
Belli ki otobüs, öğrenciler için servis olmuş..
Hareket saatleri öğrencilerin çıkış saatlerine göre ayarlanmış..
Biz otobüste yerimizi alırken, öğrenciler de içeri adeta akın etti..
Yaşları 12-13 ile 15-16 arasında idi..
Kızlı erkekli çocuklar boş buldukları koltukları doldurdu..
+++++++++++++++++
İçlerinden birisi dikkatimi çekti..
Kırmızı suratlı çilli bir kızdı bu..
11 ya da 12 yaşlarındaydı.
Arkadaşıyla birlikte arkamızda boş olan koltuğa oturdu..
Bir yandan da hararetli şekilde bir şeyler anlatıyordu..
Belli ki spor yapmıştı..
Eşofmanı üzerindeydi..
Tombul yanakları koşmaktan olsa gerek daha da kızarmıştı.. 
Derin bir ‘oh’ çektikten sonra elindeki kitabını çantasından çıkardı..
O sırada tam karşılarına 25 yaşlarında başörtülü bir kadın oturdu..
Onu görünce toparlandılar..
-Geçikmişsiniz, spora mı kaldınız?
-Evet öğretmenim sınıf maçımız vardı..
Tam o sırada 2 öğrenci daha genç kadının yanına geldi..
Bir koltukça 3 kişi oldular..
Genç kadın, anne şevkatiyle 2 çocuğu kollarına aldı..
Belli ki çocukların sevdiği birisiydi..
Sonra hemen arkamızdaki kırmızı yanaklı, çilli kızla konuşmaya başladı..
-Verdiğim kitabı okudun mu?
-Okuyorum öğretmenim ama içinde anlamadığım çok kelime var..
Hafifçe gülümsedi..
Bizi de bir gülme aldı..
Eh, serde gazetecilik, televizyonculuk olunca sessiz kalınır mı? 
Öyle de yaptım..
Birden konunun içine dahil ettim kendimi..
-Daha iyi ya.. Hem kitabı okumuş olursun hem de bilmediğin kelimelerin karşılığını öğrenmek için başka bir kitap daha okursun..
Bu sözlerim öğretmeni heyecanlandırdı..
‘Doğru söylüyor beyefendi’ dedi..
Sonra konu sınavlara geldi..
-Kaçar soru yaptınız? Bu sene sizin için önemli. Eğer iyi bir yerleri istiyorsanız, daha gayretli olmalısınız..
Çocukların verdiği sayılar mutlu etmedi belli ki..
Ama genç yaşına rağmen büyük bir olgunlukla karşıladı söylediklerini..
Onları nasıl motive edeceğini iyi biliyordu..
Yapmaları gerekenleri birbir anlatmaya başladı..
Bu sırada otobüs, bazen dar yollardan
bazen dik yokuşlardan tırmanarak yoluna devam ediyordu..
İlk köye geldiğimizde gördüğümüz manzara bizi hem şaşırttı, hem de içimizi ısıttı..
Anne ve babalar durakta çocukları bekliyordu..
Otobüsten inen çocuklar, sanki onlardan uzun yıllar ayrı kalmışçasına anne ya da babalarına sarılıp evlerinin yolunu tuttu..
Bu manzara yaklaşık 1 saat kadar sürdü..
Öğrencilerin bir çoğu evlerine giderken otobüste artık az kişi kalmıştık..
Ancak öğretmen yola devam ediyordu..
Belli ki onun yolu daha uzundu.. 
Daha ilerideydi..
Elindeki kitabın sayfalarını çevirirken, bir yandan da çevreyi süzüyordu..
Zaman zaman dalıp gittiğini görmek hiç de zor değildi..
Hayatın yükünü erken omuzladığı her halinden belliydi..
İneceğimiz durağa geldik..
Biz otobüsten inerken, yol boyunca gözünü ayırmadığı kitabına kısa bir süreli ara verdi..
Selamlaştık..
Sanki ‘bir dahaki sefere görüşmek üzere’ der gibi..
Bir daha görüşebilir miydik bu bilinmez ancak o kısa süreli yolculukta çok önemli izler bırakmıştı bize..
Çocukları seviyordu.. 
İşini seviyordu..
Ve belli ki tüm zorluklara karşın hayatı seviyordu..
Yoksa çekilir miydi her gün onlarca kilometre yol?
Ya çocuklara ne demeliydi?
+++++++++++++++
Sonra bizim çocuklarımızı düşündüm..
Hemen çevremizdeki çocukları..
Bir sokak ötesine okul servisleriyle gönderdiğimiz çocuklarımızı..
Diğer yanda ise hayatın zor sınavına erkenden giren çilli kız ve arkadaşlarını..
Sonra yüzlerindeki o gülümseme geldi gözlerimin önüne..
Öğretmene sarılışları..
Umutsuzluğa kapılanlar için, bu yaşadıklarım aslında umuttu..
Sanki daha mı mutlulardı ne?
Şair, ‘İnsanları idealleri yaşatır, büyütür’ der..
Onlar idealleri için kilometreleri sevince coşkuya dönüştürmüştü..
Sevgiyi, katışıksız paylaşmayı şimdiden öğretmişti hayat..
Bu ülke Halide Edip’i, Refet Angın’ı, Mualla Eyuboğlu’nu, Remziye Hisar’ı, Türkan Saylan’ı, Satı Kadın’ı Kerime Nadir’i unutmadı..
Onlar unutulmamak için güzel işler yaptı..
Hafızalarımıza hep birer ‘Çalıkuşu Feride’ olarak kazındı..

Sait Faik der ki; “Bir insanı sevmekle başlar her şey..” 
SEVGİ DOLU BİR YAŞAM BİZİMLE OLSUN..
Nihat Erence / İSTANBUL..