Yönetim kurulunun almamış olduğu bir karar olmadığı halde Başkan Köroğlunun kendi başına hareket etmesinin Adıyaman Barosuna zarar verdiğini dile getiren Kılıç; “Asıl sorun şu dur ki; Baro başkanı olarak deglerasyona imza atması ancak ve ancak yönetim kurulu üyeleri ve üye avukatların kendisine yetki vermesi ve baro adına açıklama ve imza yetkisi ile ancak olur. Ne yazık kı; baro başkanı seçildiğinden buyana bu hususu defalarca belirtmemize rağmen ve yaptığının yanlış olduğunu, bir daha yapılmaması gerektiği yönünde uyarılmasına rağmen, Adıyaman Barosunu kendi şahsi açıklamalarına kılıf uydurarak, açıklama ve deklarasyonlara imza atarak, tasvip etmediğimiz davranışlar içine girmesi karşısında cevap verme gereği hasıl olmuştur. Adıyaman Barosu Başkanı Mustafa KÖROĞLU tarafından bir an önce bir kısım baro başkanları ile altına imza attığı deklarasyon ve açıklama ile Adıyaman Barosu avukatlarının ve yönetim kurulu üyelerinin herhangi bir bilgisi olmayıp, kendi başına baro başkanlığı yetkisini kullanarak attığı bir imza olup, yapılan deklarasyondaki tarafı da ancak ve ancak, kağıt parçası üzerindeki bir düşünceden öteye gidemeyecektir. Belediye başkan vekilleri görevlendirilmesi; bir tercih olmayıp Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü korumak, bölgede yaşayan vatandaşlarımızın can ve mal emniyetini sağlamak ve vatandaşlarımızın mahalli müşterek ihtiyaçlarını karşılamak için Anayasal bir zorunluluk ve kanuni bir görev olduğu; görevden alınan belediye başkanlarının vatandaşlarımızın mahalli müşterek nitelikteki ihtiyaçlarını karşılamak yerine bu belediyeleri nasıl bölücü terör örgütünün mali ve lojistik destek merkezi haline getirdiğini ve vatandaşlarımızın temel hizmetlerden nasıl mahrum bırakıldığını, buna karşın görevlendirilen belediye başkan vekillerinin devraldıkları belediyeleri asli görevlerine kanalize ederek, hak ve hukuka uygun başarılı faaliyetleri ile vatandaşlarımıza hizmetin götürülmesine yönelik olduğu aşikardır.” Dedi.

“BELEDİYELER HİZMET AMACI DIŞINA ÇIKMIŞTIR”

Bazı belediyelerin asli görevinden uzaklaşıp örgütsel bir yapılanmaya girdiğinin altını çizen Kılıç; “PKK terör örgütü, bu süreçte bölgede varlığını devam ettirmek ve düştüğü acziyetten çıkış yolu bulmak için yeni stratejiler geliştirmeye çalışmış, bölgesel ve konjonktürel gelişmelerin etkisiyle terör faaliyetlerini ideolojik platforma taşıyarak siyasallaşma arayışı ve çabası içine girmiştir. Terör örgütü bu yeni strateji doğrultusunda siyasetin sağladığı/sağlayacağı maskeleme ile silahlı eylemlerini artırmak, ideolojisini yaymak ve tabanını genişletmek amacıyla yerel yönetimleri kendine hedef seçmiş ve demokrasinin sağladığı özgürlük ortamından da yararlanarak hızlı bir şekilde bölgedeki bir çok belediyede örgütsel bir yapılanmaya gitmiştir. Bu süreçte bölücü terör örgütü ve uzantıları, seçilmiş bazı belediye başkanları aracılığıyla legal imkânları illegal amaçlar için kullanarak Anayasa ve kanunlarda görev ve sorumlulukları tanımlanan, Devletin bütünsel organizasyonunun bir parçası ve temel görevi vatandaşların mahalli ve müşterek nitelikli ihtiyaçlarını karşılamak olan bazı belediyeleri; Ülkemizin diğer bölgelerinden ayrı bir yönetim modelinin parçası haline getirmeye çalışmış, Anayasamızın 3. maddesinde açıkça tanımlanan ülkemizin devleti ve milletiyle bölünmez bir bütünlüğüne kasteden bir araç olarak kullanmış, terör faaliyetlerinin desteklendiği lojistik merkezlere dönüştürmüştür.

Yürütülen adli ve idari soruşturmalarda bahse konu edilen belediyelerde; terör eylemlerinin ve terör örgütüne katılımın desteklenmesi amacıyla operasyonlarda öldürülen PKK’lıların yakınlarına, sözde değer ailesi adı altında iş imkanı sağlandığı, kadın ve gençlik merkezleri adı altındaki yerlerin terör örgütüne ideolojik propaganda ve eleman temin etme merkezi haline dönüştürüldüğü, bölge halkının mahalli müşterek nitelikteki (yol, içme suyu, kanalizasyon vb.) ihtiyaçlarını karşılamak için ayrılan ödeneklerin terör örgütünün finansmanı için yönlendirildiği, belediyelere ait hizmet araçlarını ise terör örgütünün lojistik ihtiyaçlarında ve/veya bombalı saldırılarında kullanıldığına ilişkin tespitlere yer verilmiştir. Kamuoyunda çukur, hendek/barikat olayları olarak bilinen süreç, bununla eş zamanlı olarak başlayan bazı belediye meclislerinin ve/veya belediye başkanlarının demokratik özerklik kararları veya özyönetim açıklamaları, bölücü terör örgütünün bu belediyeleri ne şekilde yönlendirdiğinin ve yönettiğinin en açık delilidir.” Şeklinde konuştu.

“TERÖRÜ DESTEKLEYEN BELEDİYE BAŞKANLARININ GÖREVDEN ALINMASI YERİNDE BİR KARARDIR”

Devletin en önemli görevi, Anayasa ile güvence altına alınan devletin, milletin bölünmez bütünlüğü ile vatandaşların temel hak ve hürriyetlerini korumak olduğunu belirten Kılıç; “Bu görev; hem dil, ırk, siyasi düşünce, din ve mezhep ayrımı gözetmeksizin kanun önünde eşit olan vatandaşları bölücü nitelikteki saldırılara hem de devletin bölünmez bütünlüğünün hükümranlığındaki coğrafya ve kurumlarına karşı yapılacak saldırılara karşı korumayı gerektirmektedir. Buradan hareketle Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının ve kanunlarının verdiği yetki ve sorumluluklar çerçevesinde, ülkemizin ve milletimizin bütünlüğüne kasteden, PKK terör örgütünün kontrol ve yönlendirmesinde olan, hukuk sistemini hiçe sayan, terörü ve terör örgütlerini açıktan destekleyen ve belediyeleri borç batağına sürükleyen bir kısım belediye başkanları, haklarında açılan soruşturmalar sonucunda görevden uzaklaştırılmış, bu belediyelerde mülki idare amirleri (vali/kaymakam/vali yardımcısı) belediye başkan vekili olarak görevlendirilmişlerdir. Kamuoyunda “kayyum görevlendirmesi” olarak bilinen bu hukuki süreç ile terör örgütüne belediyeler üzerinden finansal kaynaklar ve insan kaynakları engellenmiş; asker ve kolluk görevlilerimizin insanüstü mücadeleleriyle birlikte PKK/KCK terör örgütü etkinliğini ve eylemliliğini kaybetmiş; terör örgütüne katılım oranı son 30 yılın en düşük seviyesine inerek ülke sathındaki terörist sayısı 700’lü rakamlara gerilemiştir. Ortaya çıkan bu durum, terör örgütünü destekleyen belediye başkanlarının görevden uzaklaştırılmalarının ne denli haklı olduğunu açıkça ortaya çıkarmıştır.” Dedi.

“DEVLET OLMAZSA NE VATAN OLUR, NE MİLLET KALIR”

Bir kısım baro başkanları tarafından atılan bir deglerasyonla kınama bildirisi yayınlanması tamamen bir hezeyandan öte, kendilerine gelince hak hukuk, adalet kavramlarını kullanan, ancak yaptıkları eylemlerin Türk Adalet Sisteminde TCK, CMK, Anayasada suç işleyen azınlığı savunmaktan öteye gidemeyen, içindeki kin ve nefret duygularını kusmaktan geri durmayan bir avuç; Ürkek, korkak, inançsız ve ilkesiz kadroların yönettiği bir kısım STK’lar aracılığı ile demokrası havarisi kesilip, Türkiye Cumhuriyeti’nin yüksek risk ve tehlikelerin içinde kıvranmasına sebebiyet vermek istemektedirler. Türk milleti soytarılarla soysuzların tahakkümü altına asla ve asla bir kısım PKK-PYD-SDG ve bunların uzantıları olan STK lar aracılığı ile alınamayacak kadar değerlidir. Huzurumuz bıçak sırtındadır. Milli bekamız kritik ve kırılgan bir kulvardadır. Ne diyordu Figen Yüksekdağ. "Biz Sırtımızı PYD ye YPG ye Rojova'ya Kobaniye Dayadık". Ne diyorlardı; "PKK, Türkiye Cumhuriyetini tükürüğü ile boğar" sözleri ile PKK PYD SDG ve uzantıları olan siyası partiler aracılığı ile geleceğimiz kimliksiz, köksüz ve kişiliksiz ellerce karalanmaktadır. Türkiye’nin toprak bütünlüğü sorgulanmakta, milli ve üniter devlet yapısı ihanet kampanyası bazı STK ve bir kısım baro başkanları tarafından, siyasi partiler eliyle sarsılmaktadır. Türk milletinin kardeşliği yargılanmakta, varlığı operasyon geçirmektedir. Dünümüze sövülmekte, bugünümüze sataşılmakta ve saldırılmaktadır. Bağımsız ve milli olabilmemiz için tek şart, bu topraklarda yaşayan adı sanı kimliği ne olursa olsun herkesle YABANCI TAHAKKÜMÜNE karşı koymaktır. Oysa bugün tam tersi, YABANCI TAHAKKÜMÜNE girmiş sözde adaletin savunucusu barolar aracılığı ile, koltukları işgal eden kendini bilmezler tarafından; daha da ötesi YABANCI TEZGAHLARIN projelerine alet olmuşlara milli ve bağımsız tavrımızı hayatımızla, soylu mücadelemizle gösterme zamanı gelmiştir. Devlet olmazsa ne vatan olur, ne millet kalır. Devleti katil olmakla suçlarsanız, vatanı hedef alır, milleti yok edersiniz. Onun için devlet, ebed müddettir. Devlet, her şeyin başıdır. Saldırı da bu yüzden doğrudan devlete yapılmaktadır.” Dedi.

“DEVLETİMİZİN ATTIĞI HER ADIMIN YANINDA DESTEKÇİSİYİZ”

Gezi olayları adı altında yapılan girişimler, Kaz Dağlarında ağaçların kesilmesi hadisesinden kaynaklanan olaylara baktığımızda, sosyal bilinç adı altında hak hukuk adalet arayanlar, ne acı ki; Kübra öğretmenin katledilişine, Yasin Börü nün ölümüne, Terör örgütleri tarafından sınırlarımız içine atılan havan topu mermileri ile 9 aylık bebeklerimizi katlederken sesini çıkarmamış, sessiz kalmışlardır. Hak hukuk adalet eşitlik ilkeleri dillerine düşürdükleri kelimelerle sözde demokrası havarileri kesilen kesimler Türkiye’yi zor duruma düşürmek amacı ile her türlü entrikaya başvurmaktadırlar. Vatanı Kandil’de arayan, milleti PKK ile sınırlayan, şehidi terörist leşleriyle mukayese eden birilerinin devleti katil görmesi, beyinlerini kandile, YABANCI TAHAKKÜMÜNE pazarlayanların, devleti kayyum atamaları ile hak ve özgürlüklere saldıran olarak göstermesi doğaldır. Binlerce yıllık devlet geleneğimiz, nefsine yenik düşmüş, hırslarına teslim olmuş STK lar ve bir kısım baro başkanlarının, Demokrasinin, hukuk devleti ilkesinin, kanunun amacının ve kamu yararı dikkate alınarak gözaltına alınan belediye başkanları serbest bırakılarak derhal görevlerine iade edilmelidir.” şeklindeki demek densizlikten öte ihanettir. sözde insan hakları bildirgesi gibi yapılan açıklamalar zihniyetlerine uygun düşse de, meydan o kadar da boş değil. Ne devlet sahipsiz ne de ülkücüler bu rezilliklere duyarsız kalırlar. Devleti hak ve adaletin düşmanı olarak gösterip, her açıklamaları ile devleti katil ilan edip milleti ayırmak, sonra da dönüp vatana sahip çıkmak, aklımızla alay etmektir. Devlet olmazsa ne vatan olur, ne millet kalır. Devleti katil olmakla suçlarsanız, vatanı hedef alır, milleti yok edersiniz. Onun için devlet, ebed müddettir. Tarihin tozlu sayfalarında kimin yer alacağına yüce Türk Milleti hep birlikte karar verecek, bir daha geri dönmemek üzere alayını tarih sayfalarından silecektir. Türk Bayrağı, birileri istese de, istemese de; Müslümanların hamisi olmayı temsil eder! Haçlı karşısında durmayı temsil eder! Siyonist Yahudi'nin karşısında olmayı temsil eder! Mazlumun yarasını sarmayı temsil eder! Bağımsız kalmayı temsil eder! Türk Bayrağı, İslamı temsil eder! Bizim davamız, Tanrı dağındaki Bala'nın, Toroslardaki Kardeşine Kavuşmasıdır. Hepimiz Mehmet oluruz. Hepimiz Kahraman oluruz. Devletimizin attığı her adımın yanında destekçisiyiz.. Unutmayınız ki Türkiye Cumhuriyeti Toprakları Fethetmeye değil, Gönülleri fethetmeye gelmektedir.” Şeklinde konuştu